Bu hafta ki köşe yazımın ana konusuna girmeden, bazı sorulardan ve cevaplarından söz etmek istiyorum.
Önümüzde ki elli, hatta yüzyıl da dünyayı açlığa mahkûm edecek bir küresel ısınma tehlikesi gündemde mi?
Evet gündem de..
Nedir bu küresel ısınma? Son yüzyıl boyunca plansız ve programsız sanayileşmenin yarattığı çevre ve doğa kirliliği ile oluşan gazların uzayın ozon tabakasın da açtığı deliklerin giderek büyümesi ile güneşin dünya üzerinde yarattığı ısı, yükselmiyor mu?
Evet yükseliyor..
Kutuplarda ki buzulların dahi hızla erimeye ve dünyanın dengesini bozmaya başladığını bilim adamları açıklamıyor mu?
Evet açıklıyor..
Küresel ısınmanın giderek artmasının en büyük tehlikesi nedir? Sorusuna, konunun uzmanlarının verdikleri cevap, yaşanacak şiddetli kuraklık sonucu yaşamın olmazsa olmazı olan su sıkıntısı ve açlık değil mi?
Evet..
Peki, küresel ısınmanın yaratacağı tehlikelerin ilacı nedir? Bu sorunun cevabı da verimli toprakların ve su kaynaklarının korunması değil midir?
Tabii ki, evet..
****************************************
Şimdi bu soruların ışığında Türkiye olarak biz ne konumdayız? Bu sıkıntıdan en az zarar görmek için gerekenleri yapıyor muyuz?
Ona da kocaman bir hayır…
Oysa bizim ülkemiz tüm yanlışlarına rağmen, yakın tarihe kadar hala bu küresel ısınma tehlikesinden en son etkilenecek ülkelerden birisiydi.
Çünkü gıda açısından o yakın zamana kadar Türkiye kendi kendine yeten dünyanın yedi ülkesinden birisiydi.
Ne oldu da bugün insanlarımızın en önemli gıda maddesi olan buğdayı ve hayvanlarımızın yemi olan samanı, hatta yiyeceğimiz kırmızı et için büyük baş hayvanları dahi ithal edecek duruma düştük?
İşte asıl sorun bu. Biz sanayileşme sevdamızı çağdaş ülkelerin yaptığı kuralları ön plana alarak yapamadık. Sanayileşeceğiz diye, doğanın ve çevrenin korunması ilkesini göz ardı ettik.
Hatta bu yatırımlar sırasında yapılabilecek yanlışları önlemek için konulmuş olan “ÇET RAPORU” Alınması kuralını dahi, yatırımcıların çıkarları doğrultusunda esnettik.
Elektrik ihtiyacımızın giderilmesi ne kadar önemli ise, bunu planlarken geleceğimizin güvencesi olan tarım alanlarının sulanmasının çok daha önemli olduğu gerçeğini dikkate almadık.
Türk tarımının ve tarımla uğraşan köylümüzün umutlarını yıkan yanlışlara imza attık. Uluslararası baskılara direnemedik.
Yakın geçmişte TMO siloları almadığı için açık alanlarda stoklanıp üzerleri naylon brandalarla kapatılarak saklanacak kadar fazlaca buğday üreten bir ülke konumundan, eğer buğday ithal eden ülke durumuna düşmüşsek, bunun hesabını birilerinin vermesi gereklidir.
Yakın geçmişe kadar tüketim fazlası buğdayı ihraç eden bu ülkeyi, “Buğday maliyeti fazla olduğu için daha ucuza ithal ediyoruz” Gerekçesi ile buğday ithal eden bir ülke durumuna düşürülmesinin hiçbir haklı açıklaması olamaz.
Türk tarımını ayakta tutan en önemli gelir kaynaklarımızdan birisi olan tütün ekiminin, tütün tarımını yok edecek kadar sınırlanması, fındık gibi çok büyük ekonomik bir gelir kaynağının sınırlamalarla Avrupalı rakipleri ile yarışamaz hale getirilmesinin, kime ne faydası olmuştur?
Amerikalı bir şirketin Bursa yöresinde kurduğu ve Amerika’da yetişen şeker kamışından şeker üreten Cagrill isimli kuruluşa uygulanan kısıtlamaları kaldırırken, ülkemizde şeker pancarı ekimini sınırlar ve şeker fabrikalarını birer ikişer kapatırsanız, tarım köylüsünü toprağından kopartır ve köy gençlerini büyük şehirlerin varoşlarındaki karanlık işlere mahkûm ederseniz,
Dört mevsimi birlikte yaşayan, verimli topraklara sahip bu ülkeyi gıda da dışa bağımlı hele getirirsiniz ki, bunun sonucu da gelecek kuşaklarımızı küresel ısınmanın yaratacağı açlık ve susuzluğa mahkûm etmek olacaktır.
****************************************
ÇÖZÜM:
- Tarım üretimi konusunda yapılan yanlışlardan bir an önce dönülmelidir. Tarım üretiminden soğutulan köylümüz, teşvik ve destekleme primleri ile tarlasına döndürülmelidir.
- Başta tütün ve şeker pancarı olmak üzere ekilmesine sınırlama konmuş tüm tarım ürünlerinde ki sınırlamalar kaldırılmalıdır.
- Daha pahalıya üretiliyor olsa dahi, yerli üretim desteklenerek üretim artırılmalıdır. Buğday ve diğer tarım ürünlerinin ithalatına son verilmesi ile bunların ithalatı için harcanacak dövizin içeride kalması sağlanacaktır. Böylece, köylümüzün ayakta kalmasının sağlanacak ve tarıma bağlı işsiz sayısında ki hızlı artışın durdurulacak olması yanında, ülkemiz gıda da dışa bağımlılıktan kurtulacaktır.
- Tarım üreticisinin yetiştirdiklerini başta dış ülkelere ihracı konusunda devlet desteği sağlanmalı, onların ürünlerini ihraç ettiği ülkelerle bozulan ikili siyasi ilişkiler biran önce düzeltilmelidir.
- Üreticinin iç piyasaya vereceği sebze ve meyve başta olmak üzere tüm ürünlerinin aracılara çok düşük fiyatlarla vermek zorunda kalması önlenmelidir.
- Aracı kuruluşlar, daha tarladayken çok ucuza kapattıkları ürünleri çok büyük fiyatlarla halka ulaştırarak ciddi kazanımlar sağlarken, üreticinin zaman zaman alıcı veya yeterli fiyatı bulamadığı için yetiştirdiklerini tarlaya dökmek zorunda kalarak perişan olmasının önüne geçilmelidir.
- Kentlerde ki “HAL” Uygulaması devam ettirilirken, üreticinin yetiştirdiği ürünleri verecekleri “İLK EL ÜRETİCİ KOOPERATİFLERİ DE” oluşturulmalıdır. Bu kooperatifler de kentlerde hergün hizmet verecek olan “Üreticiden Halka Satış Pazarları” kurmalıdır. Hükümet adına bu konuda yapılan açıklamalar da bu konuda umut vermektedir.
- Böylece, tüketiciler sebze ve meyveyi daha düşük fiyatlarla alabilecekler ve üretici de emeğinin karşılığını alacaktır.
Bu ülkenin bir an önce çözülmesi gereken en önemli iki sorunu, EĞİTİM seviyesinin hızla yükseltilmesini ve TARIM üretiminin artırılmasını sağlamaktır.
Bu iki sorunu çözememiş siyasi hiçbir siyasi iktidarın başarılıyım diyebilme şansı yoktur, olmayacaktır da.
Tartışmasız bir hafta dileğiyle..
LÜTFEN! UNUTMAYINIZ.
********************************
LÜTFEN DİKKAT..
HAVA ALANIMIZI ÜÇ AYLIĞINA KAPATIYORLAR..
Denizleri aşan asma köprüler yapabilen, İstanbul Boğazının altından tüp yollar geçiren ve kilometrelerce otoyol yapabilen bir Hükümet döneminde, altı üstü 3- 4 km. uzunluğunda ki 2. Pistin maliyetinin gerekçe olarak gösterilerek yapılmaması ve alanın kapatılarak onarılacak olmasının asıl nedenin, bunlar olmadığı belli oldu. Şimdi sorumu değiştiriyorum.
Samsun’a yapılan bu dayatmalara neden sessiz kalınıyor?
NEDEN? NEDEN? NEDEN?